9 Temmuz 2015 Perşembe

En Mülayim Sınıf-2

Evet benim mülayim sınıfımla esas tanışma 11. sınıfta demiştik. Neden mi? Hani 10. sınıfta onlara ders saati azlığı yüzünden koştur koştur ders anlatıyordum ya 11. sınıftayken haftada  5 saat derslerine girmeye başladım. Ayrıca onlarla ikinci yılımızdı ve biz yavaş yavaş kaynaşmaya başladık. Aslında çok da yavaş sayılmaz birden kanımız kaynadı o yıl:)
Onlar 11. sınıftayken genelde sabah ilk iki saat oluyordu dersimiz ve onlar benim farklı bir tonda "Günaydıııın!" deyişimi keşfeden, sabah sabah biraz laflayıp kendimi iyi hissetmeme sebep olan sınıf oluverdi. Meğer aynı frekanstaymışız da haberimiz yokmuş!:)Sınıf mevcudunun azalması, onların daha bir olgunlaşması ve beni de daha iyi tanımaya başlamaları bu güzel iletişimin artmasına sebepti elbet.
Bana her türlü dertlerini, sorunlarını sınıfça anlatırlardı. Onlarla sohbet bir başkaydı çünkü sınırlarını çok iyi bilen çocuklardı. Yeri gelince çok iyi espri yapmasını bilirlerdi. Onlarla aramız o kadar iyi oldu ki 12. sınıfa geçtiklerinde sınıf öğretmenleri olmamı idareden istemelerine kadar uzandı iş. Kendi sınıfımı bırakamadım ama onlar da benim sınıfımdı, manevi sınıfım, kendi sınıfıma ne yaptıysam aynısını hatta fazlasını yapmışımdır. Son yıllarında yani 12. sınıfta haftada 7 saat derslerine giriyordum ve derlerdi ki "Hocam anne-babamızdan daha çok görüyorsunuz bizi":))Fakat ne ben onlardan ne de onlar benden hiç bıkmadı şükür. Sabahtan akşama derslerine girsem sıkılmayacağım bir sınıftı.
Bir de onların kendi aralarındaki arkadaşlığa bayılıyorum. Çok az sınıfta gördüm böyle bağlılığı. Nazar değmesin hala görüşüyorlar, sanal ortamda espri ve muhabbetlere devam ediyorlar beni de içlerine alarak:)
O okulda mezuniyet töreninde her öğrenci kendisine yazılmış bir mani eşliğinde mezuniyet belgesini almaya çıkardı. Manevi sınıfımın tüm manilerini de ben yazmıştım:) Kendilerini çok iyi tanıdığım için olsa gerek o işi de hakkıyla yerine getirdiğimi düşünüyorum zira hepsi çok beğendi:)
Evet onlara mülayim sınıf diyorum ve onlarla ilgili yazılarda gülen yüz resimleri koyuyorum çünkü onlar benim hep yüzümü güldüren, samimi, kaprissiz, art niyetsiz, saf öğrencilerimdi. Onların da şikayetleri olurdu elbet ama insanı yormaz, yıpratmaz ve içtenseniz sizi dinler, ona göre harekete geçerlerdi. Onlar hakkında yazılacak bir sürü anım, bir sürü güzel düşüncem var ama hepsini yazıya dökmeyeceğim. Gerisi de bende kalsın, büyüsü bozulmasın:)

19 Haziran 2015 Cuma

En Mülayim Sınıf


O okuldaki her sınıfımın bendeki yeri başka ama 8 kişilik sayısal sınıfımın bir alt sınıfı olan sayısal sınıfım bende yeri çok ayrı olan bir sınıftı.
Onların dersinde 10. sınıfta girmeye başlasam da aslında 9. sınıfta birbirimize teğet geçmiştik. Onlar 9. sınıftayken ben ÇPL'de çalışıyordum ve o yılın 19 Mayıs'ında ilçenin iki lisesi (Anadolu ve ÇPL) bir arada çalışarak bir stadyum töreni düzenlemişlerdi. Benim bu mülayim öğrencilerim de ordaydılar. Kim derdi ki orada yabancı bir okulun öğrencileri gözüyle baktığım öğrenciler sonrasında mezun edeceğim ve bende çok yer edecek öğrenciler olacak?
10. sınıfta öğretmenleri olarak resmen tanışmak nasip oldu. İlk olarak 22 kişilik bir sınıfken bir sonraki sene 16 kişiye düştüler. İlk tanıştığımız sene benim okula adapte olmaya çalıştığım ve onları da tanıdığım ilk sene olması sebebiyle aramız daha bir resmiydi. Zaten sonradan öğrendim ki o yıl beni hiç sevmeyen(ama sonra en bir sevdiği öğretmen olan) öğrencilerim varmış!:) Müfredat o kadar dolu ama ders saatim bir o kadar yetersiz olduğu için kabul ediyorum ki koştur koştur ders işler çok da sohbete zaman kalmazdı:) E haksız da sayılmaz yani çocuklar:)
Bir diğer sebep ise not konusunda vermediğim tavizlerdi. Sırf benim dersim zayıf düştüğü için teşekkür belgesi alamayan ve not vermem için yalvaran öğrencim elbette beni sevmemişti o yıl!:)
Fakat biz aslında onlarla tanışmıyorduk ki:) Esas tanışma 11. sınıftaydı çünkü;)

Sınıfta Mehmet Ali Birand Var!:)

Artık tam anlamıyla Anadolu Lisesi'nde çalışmaya başladığımı hissettiğim yıl hem orda hem de ÇPL'de çalıştığım yılın ertesiydi. Artık sadece kendi okulumda, Anadolu Lisesi'nde , çalıştığım için hem okulu sahiplenmem hem de öğrencilerle kaynaşmam kolaylaştı.
Bu okulda ilk mezunlarımı verdiğim yıl 11. sınıf olan sayısal sınıfım çok nev-i şahsına münhasır bir sınıftı. Toplamda 8 kişi olan mevcut 7 erkek ve sadece 1 kızdan oluşuyordu. Esasında çok çekingen bir sınıftı özellikle de ilk tanıştıkları öğretmenlere karşı. 11. sınıfta kuzu gibi olan bu sınıfım 12. sınıfta sınav kaygısından olsa gerek birden çakala dönüşmedi de değil hani! :)
Fakat bu sınıfla çok enteresan ve eğlenceli dersler yaşamışlığım var. Mevcut çok az olduğu için rahatça farklı etkinlikleri uygulayabiliyordum. Mesela dağıttığım testleri yarışma yoluyla çözerdik. İkişerli grup oluşturur ve soruları tek tek cevaplardık. Doğru şıkkı doğru açıklamasıyla birlikte veren 10 puan, doğru şıkkı bulan ama açıklaması yanlış veya yetersiz olan 5 puan alırdı ve en çok puanı toplayan grup ders sonunda (+) verilerek ödüllendirilirdi:) Bu yarışma sayesinde derste test çözmek onlar için de benim için de çok keyifli hale gelmişti ve kıyasıya rekabet yaşanırdı:))
Bir başka güzel enstantane ise daha sonra okul birincisi olan öğrencimin derste bize gazete haberleri okumasıydı. Sınıfta yanlarında gazete getirdikleri zaman, en bunaldığımız anda ana haber bülteni sunar modunda bir kaç keyifli haber okurdu okul birincimiz. Hem haberi okuyuş tarzı hem de kocaman kol saati yüzünden Mehmet Ali Birand ile benzeştirirdik.:) Bu sayede Mehmet Ali Birand'ın da ruhu şad olsun diyelim.

23 Nisan 2015 Perşembe

Hangisi benim okulum?!

Evet ilk olarak görevlendirildiğim Anadolu Lisesi'ne sonra norm fazlası olmam nedeniyle kadrom da kısa sürede geçti. Fakat senenin başında eski okulum ÇPL'nin kadrosunda olduğum için o okuldan da 3 tane sınıfın dersini vermişlerdi ve kadrom geçtikten sonra da sene sonuna kadar o sınıflara girmeye devam ettim. Yani işin ilginç yanı kadrolu olarak atandığım kuruma daha sonra görevlendirilmiş oldum:)! Tabii bu durum benim yeni okuluma adaptasyonu güçleştirmedi değil.
İlk yılımda ÇPL'de derse girerken ders  için ön hazırlık yapmaya gerek duymuyordum. Fakat Anadolu Lisesi'nde gerçek anlamda fizik anlatabilecektim. 9'dan 12'ye kadar tüm okulun fizik sorumluluğu bendeydi ve bu yüzden ilk başlarda çok tedirgindim öğrencilere yetebilme açısından. Hele 12. sınıflara sınav hazırlığında nasıl yardımcı olacağımı düşünüyordum.
Öğrencilerimi tanıdıkça, seviyelerini öğrendikçe ve tabii ki evde oturup ders anlatmak için çalıştıkça kaygılarım azaldı kendime güvenim geldi.
O yılın 12. sınıfları yani o okuldan ilk mezunlarım 10 kişilik çok tatlı bir sınıftı. Birbirleriyle atışmaları, takılmalarıyla okulun matrak sınıflarından birisiydi. Şimdi düşünüyorum, bir Anadolu lisesindeki ilk yılımdı, ilk kez gerçek anlamda ders anlatıyor ve üniversiteye hazırlamaya çalışıyordum. Yani bir nevi onların üzerinde tecrübesizliğimi atmaya başlamıştım. Onlardan sonraki 12. sınıflarıma çok daha faydam dokunduğunu biliyorum ama aslında onlar içinde çaba harcadığımın farkında olunduğunu daha sonra anlayacak ve çok mutlu olacaktım. O sınıfta okuyan ve okul birincisi olan öğrencim benim dersimi hiç sevmezdi ama elinden gelen dikkati ve çabayı da esirgemezdi. Aynı zamanda çok matrak olan bu öğrencim mezun olduktan çok sonra bir mesajında "O son sınıftaki öğretmenlerimi çok sevmiştim ben, bizim için elinizden geleni yapıyor, ne yapsak da faydalı olsak diye çırpınıyordunuz" demişti. Halbuki o sınıfa yapabildiklerimin sonrakilerine yaptıklarımın yanında az kalıyordu ama  gösterilen çaba değer bilen güzel öğrenciler tarafından fark ediliyor neyse ki...

18 Nisan 2015 Cumartesi

Hikaye nasıl başlamıştı?

Sahi hikaye nasıl başlamıştı?
Lise 2. sınıftan beri öğretmen olmak isteyen ben, üniversite tercih listemin tamamını öğretmenlik bölümlerine ayırıp nihayet öğretmenlik için ilk adımı attım. Lise branş öğretmenliklerinin 5 yıl olması ve bir de üniversitenin hazırlık sınıfının da eklenmesiyle uzun bir üniversite hayatım oldu. Okul bittikten bir buçuk yıl sonra atanabildiğim için çok mutluydum çünkü yıllar yılı çok az alımın olduğu bir branşım var.
İçimden en çok geçen bölgelerden biriydi Karadeniz Bölgesi...Çok şükür ki ucundan kıyısından da olsa mesleğe Karadeniz'den başlamak nasip oldu. Küçük, yemyeşil, sevimli bir ilçeden başladım meslek hayatına...
İlk görev yaptığım okul bir Çok Programlı Lise(ÇPL) idi. Sınıfların çoğu diğer kültür derslerine olduğu gibi benim dersime de ilgi göstermiyor ve çok yorucu oluyordu. Başarı seviyesi de çok düşüktü. Öğretmenliği isterken hayalini kurduğum öğrenci profilinden fersah fersah uzaktaydılar...Neyse ki okulun Genel Lise kısmı vardı(ki son yıllarını yaşıyordu, sonraki yıl kapandı) ve orada iki sınıfım vardı dersine girdiğim. Birisi fen diğeri eşit ağırlık sınıfıydı. İkisi de son sınıftı ve fen sınıfı benim favorimdi! Gerçekten çok tatlı ve sempatik 15 kişilik bir sınıftı. Meslek lisesi kısmında geçirdiğim o yorucu ve yıpratıcı saatleri unuttuyorlardı bana. O zaman da anlıyordum ki biraz daha dersime ilgi duyacak öğrenci profili olunca ben bu meslekten keyif alacaktım. Yani yanlış mesleği seçmediğimin sinyallerini veriyorlardı.
Sonraki eğitim-öğretim yılının başı benim için çok güzel bir sürprizle başladı. İlçede iki tane lise vardı:Birisi benim okulum ÇPL ve diğeri Anadolu Lisesi. Ben o yılın başında şansıma (normalde şans denmez ama benim için şanstı gerçekten:) ) okulumda norm fazlası olmuş ve Anadolu Lisesi'ne önce görevlendirilmiş daha sonra da kadrom geçmişti!
Ve asıl hikaye o andan itibaren başlamıştı...

4 Nisan 2015 Cumartesi

En Güzel Meslek

En güzel meslek nedir diye sorsalar hiç tereddütsüz kendi mesleğimi söylerim: Öğretmenlik! Bu açıdan kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü çoğu insan hayalindeki ve keyif aldığı mesleği yapamıyor. Oysa ben lise 2. sınıftan beri öğretmen olmanın hayalini kuruyordum. Okul hayatım boyunca oldukça başarılı bir öğrenci olmuşumdur. Bunun etkisiyle kendi öğretmenlerim dahil hiç kimse öğretmenliği yakıştıramıyordu. Böyle başarılı bir öğrenci onlara göre daha prestjli(!) bir meslek seçmeliydi! Bu yüzden hayat boyu hep "O kadar puanla neden öğretmenlik tercih ettin?" sorusunu duydum. Öğretmen olup atandıktan sonra da öğrencilerim sorar oldular bu soruyu. Yani onlara göre başarılı insanlar öğretmen olup kendini harcamamalıydı. Ya da öğretmenler yüksek puanlar alan, kaliteli eğitimden geçen insanlar mı olmamalıydı? Kimilerine göre devlette çalışmak istiyorsan hangi üniversiteden mezun olduğunun önemi yok. Nasıl olsa özel okullar gibi diplomandaki üniversite ismine bakmayacaklardı. Fakat neden hiç kimse alınacak kaliteli eğitimin eğitilecek öğrenciler üzerindeki etkisini göz ardı ediyor? Her şeyden önce öğretmenler kaliteli eğitim almalı ve gerçekten isteyerek bu mesleği seçmeli ki iyi nesiller yetişsin. O yüzden "Neden öğretmenliği seçtin?" sorusuna cevabım bu oluyor. Herkes doktorluk, avukatlık, mühendislik vb. meslekleri daha prestjli olarak addederken ben de hatırlatmak istiyorum ki var olan tüm mesleklerde payı olan tek meslek "Öğretmenlik"tir ve öğretmen olmazsa hiç birinin olmayacağı bir gerçek. O yüzden yaşasın öğretmenlik!